20 Ekim 2014 Pazartesi

Borçlandırılmış İnsan.

    Bugün Osman Abi ve Dücane ile konuşuyoruz vaziyet hakkında. Mesele borçlandırılmış insanların fazlalığına geldi. İnsanların çok büyük meblağlarda krediler çekip, üçyüz beşyüz bin liralık, çok pahalı evleri hayatlarının onbeş-yirmi senesine ipotek koydurarak, satın almaları ve bunu zenginlik saymaları meselesini irdeliyoruz.
Sahi insanlar neden hayatları boyunca ödeyecekleri kredilerin altına girip altı üstü barınacak bir evin mülkiyetini üstüne geçirme gayreti içerisine girerler. Kırk yıllık kira giderlerini yirmi yıl içerisinde eşit taksitlerle ödeyerek dört duvarın sahibi olmak isterler. Veya maliyeti elli bin altmış bin lira olan evler neden üçyüz dörtyüz bin liralardan satılır. Gayrimenkul yatırım ortaklıları ve bankaların insanları borçlandırıp kendilerine ve işlettikleri sisteme bağımlı hale getirmeleri nedendir? İnsanlar önce kendilerini borçlandırıyorlar daha sonra ise aman "istikrar bozulmasın" aman "faizler artmasın" diyerek işletilen sistemin dümenine gönüllü olarak su taşıyorlar. Gördükleri çarpıklara ses çıkartamamaya başlıyorlar, göz yummaya başlıyorlar. Çünkü olası bir iktidar değişiminde istikrar bozulursa faizler artacak, faizler artınca taksitler artacak, taksitlerin artması demek tutsaklık süresinin uzaması demek. Kim daha fazla tutsak olmak ister ki? İki ucu şeyli değnek işte. Halbuki bariz biliniyor borçlandırılmış insan bu sistemi ayakta tutan ana kolonlardan biri. İktidar-İnsan ilişkilerinde-İktidar-Medya ilişkilerinde-İktidar-Sivil Toplum ilişkilerinde muhatabı borçlandırma, minnet altında bırakma iradeyi hapsediyor. Halbuki birlikte üretmenin fıkhı vardı bir zamanlar. Ben ufakken hatırlıyorum. Aynı işyerinde çalışan insanlar, aynı partiye gönül vermiş insanlar, aynı vakıf çatısı altında faaliyet yürüten insanlar, aynı sendikanın üyeleri hep biraraya gelirler, kooparatif kurarlar ve üç-beş-yedi sene içinde kendi evlerini birlikte dayanışarak zaman içerisinde yaparlardı. Bu hem maliyeti azaltıyordu. Hem insanlar biraraya gelip bir şeyler üretmenin mümkün olduğunun farkına varıyor buda heyecan verici bir dinamizmin ortaya çıkartıyordu. Hem araya banka, kredi vb. aracılar girmemiş oluyordu. Dayanışmanın dinamiklerine göre ev belli bir sürede bitiriliyor sonra evlere yerleşiliyordu. Kimse haddinden fazla borçlanmayarak ihtiyacı olan evin sahibi oluyordu. Tabi bu sabır, takip, dayanışma isteyen bir süreç. Kimse bu sürece dahil olmak istemeyince bu tür kooparatifler zamanla yokoldu. Şimdi herkes şak diye bankadan ikiyüz bin lira kredi çekiyor, pat diye üç gün içinde istediği evin içine giriyor. Sonra yirmi yıl bu evin taksitlerini ödemeye başlıyor. Toplamda kırk yıllık kirası olacak meblayı ödemeyi peşinen kabul ediyor. Kriz çıkacak mı, batacakmıyım, istikrar bozulacak mı korkusu da cabası. Sürekli küfrederek, sürekli isyan ederek, sokaklara dökülerek eleştirdiğimiz, bizleri borçlandırarak bulutlara yükselen kulelerini yükselten sistemi beslemeyi bıraksak ve artık borçlanmasak diyorum. Reklamcıların katakullilerine gelmeyip, ihtiyacımız olmayan malları almasak. Temel ihtiyaçlarımızıda (barınma örneğinde olduğu gibi) müslüman diliyle cemaatleşerek, sosyalist diliyle örgütlenerek birlikte üretsek daha güzel olmaz mı? Geleceğe dair tehlikeli kaygılar gütmeyen, tutsaklaşmamış, rahat tavır alabilen, özgür insanlar olsak daha güzel olmaz mı?
 Şüphesiz ki Allah insanlara (üstesinden gelemeyeceği bir sorumluluk yükleyerek onlara) hiç bir şeyle zulmetmez. Fakat insanlar (Haktan uzaklaşarak kendi) kendilerine zulmederler. Yunus/44

Furkan GENÇOĞLU
facebook.com/gencoglufurkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder