21 Ekim 2015 Çarşamba

Ebu cehil ve diğer ileri gelenler neden bi "Lâilâhe illallah" deyip kurtulmadılar?



Bismillahirrahmanirrahim.

Peygamberimiz Risaletten önce  Mekke toplumunda Muhammed-ül  Emîn olarak anılırdı.Sonra risalet gelipte  "kalk ve uyar, sabret, elbiseni(benliğini) temiz tut, onların yaptıklarına karşı  bana sığın, taviz verme, vahye sımsıkı sarıl, yumuşak  bir dille öğüt  ver, diren, "Ben sizden  hiçbir karşılık/ücret/teşekkür  istemiyorum.Benim karşılığım Allah'tandır" de buyruklari gelince  Hirada başlayan ve halka uzanan bir mücadele başlamış  oldu.
Sonra mekke toplumu "mecnun, büyücü, buyulenmiş diye damgalar vurdular.

Siyerde söyle bir vakıadan bahsedilir;
Müşrikler  peygamberimizin  amcası Ebu Talib'e gelerek
"Ey Ebû Talib; yeğenin putlarımıza ve dinî inançlarımızı kötüledi, akılsız olduğumuzu, babalarımızın, dedelerimizin yanlış yolda gitmiş olduklarını söyleyip durdu. Şimdi sen, ya onu bunları yapmaktan ve söylemekten alıkoy veya aradan çekil." dediler. Sonra birdaha gelip
" Ey Ebû Talib! Sen bizim yaşlı ve ileri gelenlerimizden birisin. Yeğenini yaptıklarından vazgeçirmek için sana müracaat ettik. Fakat sen istediğimizi yapmadın. Vallahi, artık, bundan sonra onun babalarımızı, dedelerimizi kötülemesine, bizi akılsızlıkla ithâm etmesine, ilâhlarımıza hakaretlerde bulunmasına asla tahammül edemeyiz. Sen, ya onu bunları yapıp durmaktan vazgeçirirsin, yahut da iki taraftan biri yok oluncaya kadar onunla da, seninle de çarpışırız" dediler.Sonra Ebu Talib'in yeğeni Peygamber (a.s)'a  gelerek
"Kardeşimin oğlu, kavminin ileri gelenleri bana başvurarak senin onlara dediklerini bana ârzettiler. Ne olursun, bana ve kendine acı! İkimizin de altından kalkamayacağımız işleri üzerimize yükleme. Kavminin hoşuna gitmeyen sözleri söylemekten artık vazgeç" dedi.
Peygamberimizin cevabı
"Bunu bilesin ki, ey amca! Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Ya Allah, bu dini hâkim kılar, yahut ben bu uğurda canımı veririm" oldu.

Diğer Amcası Ebú Cehil  Peygamberimiz (a.s)'in risaletinden sonra sürdürdüğü  mücadeleye  en çok  karşı olan, saldıran müşrik kimselerdendi.Peki neden bir "Lâilâhe İllallah" deyip kurtulmadı?

O kadar zor muydu sizce ?
Lâ ilâhe illallah dememek için ne kadarda çırpındılar...
Ebu Cehil çok saf, aptal bir adam değildi . Ümeyye'nin Halef uluslar arası tüccardı. Ebu Cehil de öyle , doğu ve batı arasında ticaret yapardı .Baharat yolunun en becerikli tüccarlarından biriydi , unutmayın.. 
Ubey Bin Halef de öyle , Utbe de öyle , Şeybe de öyle yani müşriklerin direnen o ileri gelenleri, mütrefleri , o şımarık zenginleri , o varsıl adamlar , o Mekke oligarşisi aslında delilerden , aptallardan, saf adamlardan oluşmuyor. 
Bunlar çok zeki adamlardı iyi para kazanıyorlardı , yer yüzünü biliyorlardı .
Ülkeler arası ticaret yapıyorlardı hatta okyanusla Akdeniz arasındaki ticareti ellerinde bulunduruyorlardı , şimdi böyle adamlar deli olabilir mi ? 
Peki neydi dertleri ? 
Lâ ilâhe illallah demek çok mu zordu ?
Lâ ilâhe illallah deyin kurtulun diyen bir Peygambere karşı bir ömür niye savaştılar , neden direndiler ? 
Bunu düşünmek lazım ! 
Aslında buradan yola çıkarak şunu da düşünmek lazım , onların bu kadar zorlandığı bir şeyi biz kolayca dedik ... 
Acaba çok akıllı olduğumuzdan , üzerinde çok düşündüğümüzden ve neye evet dediğimizi bildiğimizden mi , yoksa bilmediğimizden mi ? 
Bizim bildiğimizi onlarda bilmiyor muydu . Onlar bizim kadar akıllı değil miydi . Yoksa , biz aslında onların bildiğini bilmiyor muyuz ? 
Lâ ilâhe illallah derken neyin hangi listenin altına imza attığımızı bir Ebu Cehil kadar ( yani Lâ ilâhe illallah demekte , dememek için direnen ve ölümüne direnen bu insanlar kadar ) Lâ ilâhe illallah 'ın anlam derinliğini keşfedemedik mi ? 
Cevabı size bırakıyorum ... 
Öyle kolay cevap verilecek bir şey değil görüyorsunuz .Öyle baştan savılacak bir soru değil . 
İnsanın Ruhunu yüreğini titreten bir soru aslında bu .
O adamlar ahmak değildi , o zaman biz mi çok akıllıyız ?

Neden Lâ ilâhe illallah diyemediklerine bir örnek verecek olursak;
Tebbet suresinde  "iki eli kurusun, ne malı ne kazandıkları ona hiçbir fayda saglamadı" hitabının yapıldığı Peygamberimizin diger amcası  Ebu Lehep'in birgün  peygambere gelerek "Ben iman edersem bana ne var?" diye sorduğu Peygamber (a.s)'ın "Herkese ne varsa sanada o var" cevabını  verdiği ve sonra Ebu Lehebin "Beni herkesle bir tutan din olmaz olsun" dediği  siyer kaynaklarımızda geçer.

Kabe’nin bulunduğu Mekke, hac merkezi olduğu için öteden beri ticaret kervanlarının uğrak yeri, ticari panayırların kurulageldiği bir şehir olmuştur. Hac mevsiminin ticari ortam sağlaması sebebiyle Mekke müşrikleri, ekonomik yönden sıkıntıya düştükleri dönemlerde hac takvimini bile değiştirerek, geriye-ileriye alıyorlardı.

Mekke’nin Kabe ve hac sebebiyle ticari merkez konumunda bulunmasını gören Yemen hükümdarı Ebrehe, ticari kafileleri kendi ülkesine çekebilmek için, Kabe’den daha gösterişli bir mabed inşa ettirdi.

Bir süre sonra bir Arap, bu yapının içine pisledi ve pisliği eliyle bütün duvarlara sürdü. (Bu Arap, müslüman olamazdı. Çünkü Peygamber (a.s) henüz o tarihte doğmamıştı.)

Bunu öğrenen Ebrehe, tarihte meşhur olan ve Kur’an-ı Kerim’de Fil Suresi’yle anlatılan Fil ordusunu kurdu. Bu büyük ordu Mekke üzerine yürüdü. Ancak Kabe’ye yaklaşamadan bir mesafede filler durdu ve yere çöktü. Her yöne giden filler, Mekke’nin içine ilerlemiyordu. Mekkeli Müşrikler, yenmeyi asla akıllarından bile geçiremedikleri bu devasa ordu karşısında şehri çatışma yaşanmadan nasıl teslim edeceklerinin hesaplarını yapıyorlardı.

Ancak Fil Suresi’nde anlatılan o olay oldu ve Ebabil Kuşları siccin denilen taşları bu ordunun üzerine bıraktılar. Çölde bekleyen ordu bir anda yenik ekin tanesi haline geldi. Yani derileri bir tarafa, iç organları bir tarafa olmak üzere çöl leşlerle doldu. Mekke müşrikleri bu sefer bu büyük leş yığınını nasıl gömeceklerini düşünür oldular. Beytullah’ı (Kabe) bu şekilde koruyan Cenab-ı Allah bir çöl fırtınası yaratarak, bu leşleri kumun altına gömdü.

Bu yaşanan Fil hadisesi Peygamber (a.s)'ın doğumundan 2 ay kadar önce vuku bulmuştu. Peygamberimizin dönemindeki yaşlı kişiler, bu olayı çok iyi hatırlıyorlardı.

Mekke Müşrikleri için Kabe’nin ve içinde ve dışında bulunan 360 putun ticari bir anlamı ve değeri vardı.

Putlara tapmayı şirk kabul eden ve reddeden İslam’ı tebliğ etmeye başlayan Hz. Muhammed (a.s)'a, Mekke ileri gelenlerinin karşı çıkmalarının altında yatan nedenlerden biri ve belki de en önemlisi bu idi.

Ebu Cehil ve diğer Mekke ileri gelenleri geri zekalı,aptal,deli saf insanlar değildi. Aksine Ebu Cehil dönemin zeki kişisi idi. Ama bu, iman etmesi için yeterli olmadı. Onlar da Kainatı yaratan bir “Allah”ın bulunduğunu biliyorlardı. Gerçeği biliyor, ama üzerini örtüyorlardı. Çünkü işlerine gelmiyordu. Zaten kafir de bu demektir (Bilerek örten). Kendilerini İbrahim (a.s)’ın dini üzerinde görüyor (öyle olduklarını zannediyor), mesela hac ediyorlardı.

Lokman Suresi 25’inci ayette Rabbimiz onlardan söz ederek şöyle buyuruyor: Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah” derler. De ki: “Hamd, Allah’a mahsustur” Fakat onların çoğu bilmezler.

Ancak putlarından vazgeçemiyorlardı. Zira onların düşüncelerine göre putların yok edilmesi Mekke’de ticari hayatın bitmesi, fakirlik ve yoksulluk demekti.

Bu yüzden Peygamber Efendimize, “Bizim Kabe’de 360 putumuz var, sen onları yok ediyorsun, Allah birdir diyorsun, üstelik de senin Rabb’in görünmüyor” diyorlardı. Yani bu durumda putları görmeye Kabe’yi tavafa kimse gelmez, ticaret olmaz endişelerini dile getirmiş oluyorlardı.

Ve yine bu nedenle putlarından vazgeçemedikleri için Peygamber (a.s)  ile pazarlığa giriyor “Bir gün senin ilahına, bir gün bizim putlarımıza ibadet edelim” diyebiliyorlardı.

Peygamberimiz Mekke’den çıkarıldıktan 8 yıl sonra, hicri 20 Ramazan’da, miladi 11 Ocak 630’da Mekke’yi fethetti. İlk iş olarak Kabe’nin içi ve çevresindeki 360 putu kırdı. Mekke ve dolayısıyla Kabe’nin yönetimini mevcut yöneticiye, Ebu Süfyan’a verdi.

O sene insanlar eski usullere göre haclarını yaptılar.

Ertesi sene Hicri 9’da Tevbe Suresi’nin 28’inci ayeti indi. Peygamberimiz o sene hacca Hz. Ebubekir(ra) ve peşinden Hz. Ali(ra)’yi göndererek nasıl hac yapacaklarını insanlara bildirdi. Peygamber (a.s)'da bir yıl sonra hac ibadetini gerçekleştirdi –ki o veda haccıdır- ardından o yıl vefat etti.

Tevbe Suresi, Müslümanlar dışında Müşrik/Kafir olanlara haccetmeyi yasaklıyordu. Müşrikler o tarihe kadar Kabe’yi kadın erkek çırılçıplak(anadandoğma) tavaf ediyorlardı. “Dünya kirine bulaşmış elbiselerle Kabe tavaf edilmez” diye akılları sıra mantıklı bir gerekçe de uydurmuşlardı. Dolayısıyla onların bu tür rahatsız edici bir şekilde çıplak tavafları o seneden sonra artık mümkün olamazdı. Ayet, onları Kabe’ye yaklaşmaktan tamamen ve ebediyyen yasaklamıştır.

Rabbimiz Tevbe Suresi 28’inci ayette şöyle buyuruyor:

Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ayete dikkat edelim. Müşriklere Kabe (Mescid-i Haram) yasaklandıktan sonra hemen peşinden ne deniliyor;

Eğer yoksulluktan korkarsanız. Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar.

İşte meselenin ekonomiyle ilgili yönüne geldik.

Müşriklere artık hac ve Kabe yasak. Beraberlerinde getirecekleri ekonomik değerler de artık Mekke’ye gelmemiş olacak.

Mekke’nin henüz yeni İslam’a girmiş yöneticilerinde ve ileri gelenlerinde yoksul düşme gibi bir korkuya kapılma olabilir. Daha sonraki nesillerde de olabilir.

Ama Mevlamız ne diyor. “Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar”.

Dilerse, yani dilediği ve layık olduğunuz sürece size zenginlik vereceğini müjdeliyor.
Bu sadece maddi, ekonomik boyutu...

Biz , Lâ ilâhe illallah derken hangi listenin altını imzaladığımızı biliyor muyuz ?
Onlar demezken biliyordu , deyince neyin altına imza atacaklarını biliyordu .Eğer Lâ ilâhe illallah 'a , bugün Lâ ilâhe illallah 'ı kolayca hiçbir bedel ödemeksizin diyen insanların baktığı gibi baksalardı inanın hepsi de bunu değil bir kez bin kezde söylerlerdi...
Ebu Cehil biliyorduki "Lâ ilâhe illallah"'ı dili ile söylemesi  yetmeyecek.Hayatını bu ahit üzere  yaşaması, hayatinı "Lâ ilâhe illallah"'a şahit kılması, hayatında  bu hitabı tatbik etmesi gerekecek.
Lâ ilâhe illallah demek hayatı baştan sona değiştirmek demek .
Lâ ilâhe illallah demek Allah'tan başkasının önünde kulluk etmeyeceğim , Allah'tan başkasına kulluk edilmesine razı olmayacağım ve kulların bana kul olmasını da kabul etmeyeceğim demek ...
Lâ ilâhe illallah demek ! 
Allah'ın sadece göklerde Hakim değil yerde de Hakim olduğuna inanmak demektir , bunu bileceğim . 
Allah'tan bağımsız hiçbir alan olmadığına iman edeceğim ve Allah'ın bana şah damarımdan daha yakın olduğunu bilip , Allah'la arama koyduğum tüm aracıları , 
tüm gezer , gezmez 
Tüm ayık , ayık değil 
Canlı,cansız
İnsan yada insan dışı 
Nesne yada özne hangi türden olursa olsun tüm putları ve put benzerini reddedeceğim demek , buda kolay değil.. 
Öncelikle hayat tarzını tümden değiştirmeleri gerektiğini biliyorlardı onun için Lâ ilâhe illallah demekte zorlandılar , kolay diyemediler. 
İşte , Allah Resulünün açık ve net bir biçimde beyan etmekle emrolunduğu şey bu.
“ Lâ ilâhe illallah Allahtan başka mabut, ilah yoktur haykırışıdır"

En dogrusunu Allah bilir.


21 Ağustos 2015 Cuma

Sana Gül Diyorlar Ey Rasul!



Sana gül diyorlar ey Rasul!
Gül gibi narin olduğunu söylüyorlar
Haklılar
ama çelik gibi iradenden bahsetmiyorlar
Seni övdüklerini sananlar
Senden habersiz yaşıyorlar
Zilleti sabır, korkaklığı metanet, kıyamı terör zannediyorlar
Sana gül diyorlar ey Rasul!
Gül gibi zarif olduğunu söylüyorlar
Haklılar
ama kılıç tutan ellerinden bahsetmiyorlar
Seni anlattıklarını söyleyenler
Seni göklere çıkarıp aramıza karışmanı istemiyorlar
Getirdiğin ayetlerin damarlarımızda kan gibi dolaşması gerektiğini
bir türlü kabul edemiyorlar
Sana gül diyorlar ey Rasul
Gül gibi güzel olduğunu söylüyorlar
Haklılar
ama küfrün, şirkin belini nasıl kırdığından bahsetmiyorlar
Adın anıldığı anda kalbini tutanlar
ne gariptir ki, katledilen masum çocukların acısından
bir yol bulup sana ulaşamıyorlar
Sana gül diyorlar  ey Rasul
Gül gibi tertemiz olduğunu söylüyorlar
Haklılar
Oysa güller ağlıyor ey Nebi!
Bunca feryat, figan, çığlık, ahüvah
Yeryüzü romantik olamayacak kadar sıcak
Adına yazılan şiirler, edebi metinler
etkinlikler, anlatılar ve tüm organizeler
bir türlü seni hatırlatmaya yetmiyor
Davanı, mücadeleni, ortaya koymuyor
Tavizsiz duruşun ey Nebi!
Sevgin, merhametin, öfken, adaletin ve cihadın
hayatımızda yerini bulmuyor
Sefih adamların korkak ağızlarında cümlelerin geveleniyor
Yalan yanlış çıkarsamalar
bin türlü yanlış aktarımlar
yazık ki, kare kare şeref timsali olan hayatının
örnek alınmaması için sayıklanıp söyleniyorlar
Sana gül diyorlar ey Nebi!
Gül gibi pak olduğunu söylüyorlar
Haklılar
ama koca koca adamlar utanmıyor, sıkılmıyor
senin yoksul hayatını kırpa kırpa anlatıp zengin oluyorlar
Müminler horlanıyor
Çocuklar, kadınlar tecavüze uğruyor
Allah için can verenler küçümseniyor
Namusunu, izzetini, vatanını savunanlar hain ilan ediliyor
Kafirler, Müşrikler, Putperestler, Mecusiler, Ateistler, Hıristiyan ve Yahudiler,
irili ufaklı bütün batıl güruhlar
tüm güçleriyle,
teknolojileri, siyasetleri, sanat adı altında ki soytarılıklarıyla
vahşice
kudurmuş köpekler gibi saldırıyor 
ve senin adına iyi niyet, hoşgörü naraları atanlar
tüm bunları görmüyor, göremiyor
Yaralı bir ceylan gibi inim inim inlerken sabiler, masumlar, mazlumlar
koyun gibi melemeyi dahi isyan kabul ediyor
melemeden kurban edilmeyi öğütlüyorlar
Sana gül diyorlar ey Nebi!
Gül gibi saf olduğunu söylüyorlar
Haklılar
Gülün dikenine dahi katlanamayanlar
gül ile bülbül ile sanat satıyorlar
Aşk’ı kitaplarda dahi doğru okuyamayanlar aşk’ı anlatıyor
Dünya devasa bir arena oldu ey Rasul!
Tüm insanlık seyirci
Vahşi yaratıkların önüne atılıyor yiğitler
Alkışlar dinmek bilmiyor
İnsan kemiklerinden kuleler oluştu ey Nebi!
Mazlum kanına doydu topraklar
Doymadı alçaklar, doymadı zalimler
Sayın seyirciler! Sayın seyirciler! İyi  seyirler, iyi seyirler...
Sana gül diyorlar ey Nebi!
Gül gibi günahsız olduğunu söylüyorlar
Haklılar
Her yerde ismin anılıyor
Süslü tablolarla yüksek yerlere asılıyor
ama kalplere kazınmıyor ey Nebi!
Yüreklere dokunmuyor
Eylemlerin sebebini oluşturmuyor
Herkes senden bahsediyor
Herkes sözde seni çok seviyor
Yazık ki, yolunu takip etmek kimsenin aklına gelmiyor
Vahiyle adım adım, karış karış ördüğün
o kutlu emanete kimse sahip çıkmıyor
Bu ne aşktır ey Nebi, kalplere inmiyor
Bu ne sevgi ey Rasul, kılımızı dahi kıpırdatmıyor
Sana gül diyorlar ey Nebi!
Gül gibi gülüşün olduğunu söylüyorlar
Haklılar
Mazlumlar gülmeden gülmeyeceğini bilmiyorlar
Gerçeğin ta kendisini getirdiğini bile bile
seni rüyalara hapsediyorlar
Sen insanlığı kâbuslardan uyandırmak için geldin
onlar, senin hatıranı hayallere mahkûm ediyor
La İlahe İllallah'a adanmış ömrünü
Muhammmedun Resulullah' ta bütünleşmiş kimliğinin rengini göremiyorlar
Uluslara, ırklara ve hatta kabilelere ayrılıyor
ve adına birlik diyorlar
Önderini unutmuş bir nesil yetişti ey Nebi!
Dilde kalan bir iman
Her şey bir varsayıma dönüştü
İddia edenler çoğaldı
İmanı yaşamak şartı yok artık zihinlerde
Bu korkunç bekleyişte
Bu kıyamet öncesi sarhoş şehirlerde
Sana gül diyorlar ey Nebi
Gülemeyeceğini bile bile

ALPER TUNA

 http://m.youtube.com/watch?v=Kcc2vSBuylw 


13 Temmuz 2015 Pazartesi

Tüketim Belasına karşı Sahici bir Dua; Market Duası


"Ya Rabbi;

Ailemin zoruyla dâhil olduğum tüketim yarışının bir ferdi olmaktan aklımı muhafaza et.

'Herkes sepetini doldururken ben bundan geride kalıyorum' eleminden kalbimi halas eyle.

Şu an önünde durduğum tüketimi artırmak için tasarlanmış Marketten nefsimi himaye eyle. İsrafa teşvik eden bu yere istemeyerek sol ayakla giriyorum sağ ayağımla çıkmamı nasip eyle

Küçük esnafı yok edip her şeyi kendi bünyesine alarak canavarlaşmış olandan ailemi gözet.

Asgari ihtiyaç listemin dışında alışveriş etme isteğimin israf olduğu kanaatine eriştir.

Diğer dolu sepetlerin tesiriyle elindekinin azlığıyla gönlü ezilen mağdurları muhafaza buyur.

Lüzumlu olanı alacağım reyonun etrafındaki dolu rafların ayartmasından gözümü sakındır.

Aileme alışveriş ederken ihtiyaç sahiplerini de unutmayıp onları memnun etmeyi nasip eyle.

Tüketerek mesut olunacağını vehmeden nefsimi, paylaşarak hoşnut olmaktan hissedar eyle. 'Kendini iyi hissetmediğinde alışveriş etmelisin' şeytani yönlendirmesinden zihnimi arındır.

Kurban bayramında eti paylaştıklarıma kasap reyonundan alış veriş etme şerefine erdir.

Türlü türlü çukulataları ve şekerleri görünce bunlarla yetimleri bir an sevindirmeyi nasip eyle. İndirim peşinde gün boyu market market gezmeye meyyal nefsime hasta ziyaretini sevdir.

Hafta sonlarının aileme, alışverişi değil ihtiyaç sahipleriyle paylaşımı hatırlatmasını özendir. Bozukluğumla kasa yanındaki ıvır zıvırı almayı değil yetimlere harçlık vermeyi güzel göster.

Yaşlı ve hasta komşuların alışverişini yapıp poşetlerini evlerine teslim etmeye müyesser kıl.

Semt pazarlarının kurulduğu gün marketlerin yaptıkları indirimlere itibar etmeme mani ol.

Vücuduma ve aileme zarar veren şeyleri alıp doktorlara ve ilaçlara muhtaç kalmaktan koru.

Gerekli olmadığı halde kampanyalara kanıp 'yığıp durma' hastalığından nefsimi halas eyle.

İhtiyacımız olmayan ürünleri sırf yanında hediyesi var diye alma ahmaklığından beri eyle.

Tüketimi arttırmak için çalınan müziğin coşkusuyla çılgınca alışverişten nefsimi uzaklaştır.

Girişteki dolaba elimdekileri bırakıp yeni yükler edinme konforuyla aldatılmaktan koru.

Alışveriş sepeti üzerinde gezdirerek bebeklerimizin pirupak fıtratlarını kirletmemizi engelle.

Marketin, kızlarımın masum evcilik oyunlarına sinsice sızmasından muhafaza buyur.

Çocukları markete götürüp tüketim alışkanlığı edindirme aymazlığından cümlemizi beri eyle. Henüz kazanmadığım parayı harcamama sebep olan kredi kartının şerrinden zatına sığınırım. Eşlerimize ve çocuklarımıza ek kart çıkartıp ipin ucunu kaçırmamızı isteyenlere fırsat verme.

Kredi kartıyla tüketince 'bonus' biriktirmenin kazanç değil kayıp olduğunun izanına ulaştır. Slip çektirme kolaylığına kanıp borcunu ödeyemeyince özgürlüğünden olandan haberdar eyle.

Evlere servisin, taşıyamayacağımız kadar alışveriş ettirme tuzağı olduğunun idrakine erdir.

'Tükettiğin kadar medeni ve çağdaşsın' diyen Neoliberal politikaları yerin dibine geçir.

Ekstrede ayrıntısını gördüğüm halde tövbe etmediğim harcama kalemlerinden affına sığınırım

Kapıma bırakılan market broşürlerinin tesiriyle ihtiyaç listemi şişirmekten nefsimi koru. Reklâmlarda aciz gösterilen erkek ve öne çıkarılan kadınla kurulan tuzağın idrakine erdir.

Küsuratlı etiketlere kanıp sanki çok ucuz alıyorum izlenimine kapılma safdilliğinden koru.

Bizleri, yeni bir ürünü tattırmak adına kurulan reyonda doyma kurnazlığından beri eyle.

Tüketmek istediğimde ayaktayken oturmayı, otururken yatıp bu histen kurtulma dirayetine ulaştır.

Her türlü ateşi söndüren 'abdest' almanın içimizdeki israf ateşini söndürmesini nasip eyle.

Âmin…

Şevket HÜNER

İzlenilesi Birkaç Video;

https://vimeo.com/59656117

https://www.youtube.com/watch?v=cxUuU1jwMgM

https://www.youtube.com/watch?v=a_UXmMDPdk8

https://www.youtube.com/watch?v=jzyuze9MgNQ

https://www.youtube.com/watch?v=rt2p4-3VByQ

Tetsuya Ishida 2005 yılında kendisini bir trenin altına atarak intihar etti. Tablolarından kendi yüzünü kullanan sanatçının intihar sebebinin eserlerinden anlayabiliyoruz:
http://www.haberself.com/h/4257/

Bu yazı Çocuklarını Kreş ve bakıcılara teslim etmemiş olan Anne ve Babalar için.


Geleceğin Suçlusu Nasıl Yetiştirilir?

Haber bültenlerinde sıklıkla karşılaştığımız şiddet olayları, özellikle de çocuklara yönelik işlenen suçlar hepimizi derinden üzmektedir. Bu haberleri duymak birçok anne babayı daha tedirgin ve daha kaygılı yapmaktadır. Savunmasız ve masum olan çocuklara karşı bu şekilde davranabilen insanlar nasıl bir psikoloji içinde bu suçları işlemektedir? Hiç merhamet ve suçluluk duygusu hissetmezler mi? Sonrasında vicdan azabı duymazlar mı? Tüm bu sorular suçlunun nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu, nasıl bir ailede ve hangi tutumlarla büyütüldüğünü anlamamızı gerekli kılmaktadır. Özellikle ABD’de yaşanan son çocuk katliamından sonra bu ve benzeri soruları sormak, doğru cevapları bulmamız açısından önemlidir. Pedagoji Derneği olarak bizler, aşağıdaki şartların geleceğin suçlusunun yetişmesine zemin hazırladığını düşünüyoruz. Dolayısı ile çocuk yetiştirirken aşağıdaki tutumlardan kaçındığımızda doğru bir adım atmış olacağımıza inanıyoruz.
Anne Baba Olarak Sürekli Çocuklarınızın Önünde Kavga Edin
Şiddet çoğunlukla öğrenilen bir davranıştır. Aynı zamanda sorun çözme anlamında yanlış öğrenilmiş bir tutumdur. Çocuk anne babasının sorunları nasıl çözdüğünü, birbirine nasıl davrandığını gözlemler. Anne-baba arasındaki şiddeti görerek büyüyen bir çocuk, yüreğinde öfke beslemeyi öğrenecektir. Daha sonra bu öfkeyi kendinden daha küçük ve zayıf olanlara karşı yönlendirecek ve ortaya suçlu bir birey çıkacaktır. Birçok araştırma sonucuna göre evdeki şiddet, televizyonda seyredilen şiddetten daha kalıcı bir öğrenmeye sebep olmaktadır. Bu nedenle geleceğin suçlusunu yetiştirmenin ilk adımı sürekli çocukların önünde kavga etmektir.
Saatlerce Bilgisayarda Şiddet İçerikli Oyunlar Oynamasına İzin Verin
Anne babalar çoğu zaman uslu dursun, fazla yaramazlık yapmasın diye, çocukların bilgisayar karşısında saatler geçirmesine göz yumarlar. Hatta çok küçük yaşlarda bilgisayar kullanmasını öğrendi diye onlarla gurur bile duyarlar. Fakat uzun saatler boyunca bilgisayar karşısında şiddet içerikli oyunlar oynayan çocuklarda, dikkat ve konsantrasyon güçlüklerinin yanısıra kontrolsüz öfke ve hırçınlık nöbetleri de gözlemlenmektedir. Bu oyunlarda adam öldürerek ya da hırsızlık yaparak puan kazanan çocuklar zamanla olumsuz olaylara karşı daha duyarsız ve tepkisiz davranabilmektedirler. Bu nedenle, geleceğin suçlusunu yetiştirmek istiyorsanız, çocuğunuzun şiddet içerikli oyunlar oynamasına öncelikle müsaade edin. “Henüz küçük” bir şey olmaz diyerek, onu destekleyin.
Her Yaptıkları Hatada Dayak Atın
Ceza suçla orantılı ve suça dair olmalıdır. Çayı döken bir çocuğu banyoya kapatmak ya da dayak atmak ona hiç bir şey öğretmez. Çayı döktüğü yeri silmesini söylemek davranış değişikliği için daha iyi bir yoldur. Anne ve babasından sürekli dayak yiyen bir çocuk, öfkeli olmayı öğrenir. Sorunlarını öfkeyle çözmeye çalışır. Çocuğunuzun ileride yakınlarına bağırıp çağırmasını hatta dövmesini istiyorsanız onu döverek eğitmeye devam edin. Küçük sorunları bile dayak atarak çözmeye çalışın. Onu döverken bir yandan da hakaret edin. Bu sayede, şiddeti içselleştirmiş bir bireyi rahatlıkla yetiştirmiş olursunuz.
Sorumluluk Vermeden, Özgüven Vermeye Çalışın
Çocuklar sorumluluk almayı anne-babadan öğrenirler. Küçük yaşlarından itibaren çocuğu adına her işi yapan anne-babalar sorumlu çocuk yetiştiremezler. Bir çocuğa sorumluluk vermeden özgüven vermeye çalışmak ise çocukta yalancı bir benliğin oluşmasına neden olur. Bu yapıldığında, sorumsuz ama kendi bildiğini okuyan bir çocuk yetişebilir. Çocuğunuzu potansiyel bir suçlu olarak yetiştirmek için küçük yaştan itibaren onun yapacağı her işi siz yapın. Ona hiçbir sorumluluk vermeyin. Okula gittiği halde siz yedirin, kıyafetlerini siz giydirin. Unuttuğu ödevleri okula gidip siz alın, hatta ödevlerini de siz yapın. Aşırı koruyucu tutumunuzla alması gereken sorumlulukları hep kendi üzerinize alın. Başkalarına zarar verdiğinde, sonuçlarını yaşamasına izin vermeyin, hiçbir bedel ödememesi için arkasında durun. Ona vurulmadan, önce kendisinin vurmasını öğretin. Ona sürekli her şeyin en iyisini hakettiğini, her şeye hakkı olduğunu söyleyin. Böylelikle kendi ihtiyaçlarının her şeyden önce geldiğini öğrensin. Önce kendini sevmeyi, bencil olmayı öğretin ki, diğer insanları ve onların duygularını göremesin. Böyle yaptığında çocuğunuz kendini hayatının merkezine alacak, önünde duran herkesi ezip geçmeyi marifet sayacaktır.
Empati Kurmayı Öğretmeyin
Çocuklara küçük yaştan itibaren duygularını ifade etmeyi öğretmek, öfke duymalarını azaltacaktır. Doğru ve güzel bir dille ifade edilen duygular yürekte ağırlık yapmaz, öfkeli davranışlara dönüşmez. Kıskandığını, kırıldığını ve kızdığını söyleyebilen çocuk olumsuz duygularıyla başetmeyi daha kolay öğrenir. Arkadaşının ne hissetmiş olabileceğini, ne yaşadığını sormak küçük yaştan itibaren ona diğerini ve onun duygularını farketmeyi öğretir. Çocuğunuzun diğer insanları önemsemeyen bir insan olarak yetişmesini istiyorsanız, ona sadece kendini düşünmeyi öğretin. Kıskandığında, kızdığında onun duygularını yok sayın. Eşyalarını arkadaşları ile paylaştığında “Neden malına sahip çıkmıyorsun?” diyerek kızın. Çiçekleri sulamasına, hayvanlara yem atmasına engel olun. Bu sayede onun duygularını köreltmiş olacaksınız ve o bir başkasına zarar verirken onun çektiği acıdan hiç haberdar bile olmayacak.
Hayvanlara Zarar Verdiğinde Sessiz ve Tepkisiz Kalın
Hayvanlara ve eşyaya bile şefkati ve iyi davranmayı çocuklarına öğretmek her anne-babanın görevlerinden biridir. Çocuklar istemeden, öğrenmek amacıyla bazen hayvanlara zarar verebilirler. Böyle bir durumda canlarının çok acıyıp, korkacaklarını yaşlarına uygun bir dille anlatın. Bunun doğru bir davranış olmadığını söyleyin. Araştırma sonuçlarına göre adi suçlardan yargılanan kişilerin çocukluk yaşlarında çoğunlukla hayvanlara acı çektiren ve bundan zevk alırcasına bu davranışları sürekli tekrarlayan kişiler oldukları görülmüştür. Eğer siz de geleceğin potansiyel suçlusunu yetiştirmek istiyorsanız, çocuğunuzun hayvanlara zarar vermesine göz yumun. Şefkat ve merhamet hislerini köreltin. Evdeki kelebekleri ve canlıları onun gözü önünde çeşitli yöntemlerle öldürün. Acıma ve şefkat göstermeyi ona öğretmeyin.
Özetle Pedagoji Derneği olarak biz diyoruz ki, farkında olmadığımız küçük davranışlar, çocuklarımızı bir suçlu adayı yapabilir. Bugün suça bulaştığını gördüğümüz her yetişkin bir zamanların masum çocuğuydu. Suç oranlarını azaltmanın ve toplumu daha güvenilir kılmanın yolu çocuklarımıza daha doğru yaklaşımlar sergilemekten geçiyor…


http://pedagojidernegi.com/