21 Ekim 2015 Çarşamba

Ebu cehil ve diğer ileri gelenler neden bi "Lâilâhe illallah" deyip kurtulmadılar?



Bismillahirrahmanirrahim.

Peygamberimiz Risaletten önce  Mekke toplumunda Muhammed-ül  Emîn olarak anılırdı.Sonra risalet gelipte  "kalk ve uyar, sabret, elbiseni(benliğini) temiz tut, onların yaptıklarına karşı  bana sığın, taviz verme, vahye sımsıkı sarıl, yumuşak  bir dille öğüt  ver, diren, "Ben sizden  hiçbir karşılık/ücret/teşekkür  istemiyorum.Benim karşılığım Allah'tandır" de buyruklari gelince  Hirada başlayan ve halka uzanan bir mücadele başlamış  oldu.
Sonra mekke toplumu "mecnun, büyücü, buyulenmiş diye damgalar vurdular.

Siyerde söyle bir vakıadan bahsedilir;
Müşrikler  peygamberimizin  amcası Ebu Talib'e gelerek
"Ey Ebû Talib; yeğenin putlarımıza ve dinî inançlarımızı kötüledi, akılsız olduğumuzu, babalarımızın, dedelerimizin yanlış yolda gitmiş olduklarını söyleyip durdu. Şimdi sen, ya onu bunları yapmaktan ve söylemekten alıkoy veya aradan çekil." dediler. Sonra birdaha gelip
" Ey Ebû Talib! Sen bizim yaşlı ve ileri gelenlerimizden birisin. Yeğenini yaptıklarından vazgeçirmek için sana müracaat ettik. Fakat sen istediğimizi yapmadın. Vallahi, artık, bundan sonra onun babalarımızı, dedelerimizi kötülemesine, bizi akılsızlıkla ithâm etmesine, ilâhlarımıza hakaretlerde bulunmasına asla tahammül edemeyiz. Sen, ya onu bunları yapıp durmaktan vazgeçirirsin, yahut da iki taraftan biri yok oluncaya kadar onunla da, seninle de çarpışırız" dediler.Sonra Ebu Talib'in yeğeni Peygamber (a.s)'a  gelerek
"Kardeşimin oğlu, kavminin ileri gelenleri bana başvurarak senin onlara dediklerini bana ârzettiler. Ne olursun, bana ve kendine acı! İkimizin de altından kalkamayacağımız işleri üzerimize yükleme. Kavminin hoşuna gitmeyen sözleri söylemekten artık vazgeç" dedi.
Peygamberimizin cevabı
"Bunu bilesin ki, ey amca! Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Ya Allah, bu dini hâkim kılar, yahut ben bu uğurda canımı veririm" oldu.

Diğer Amcası Ebú Cehil  Peygamberimiz (a.s)'in risaletinden sonra sürdürdüğü  mücadeleye  en çok  karşı olan, saldıran müşrik kimselerdendi.Peki neden bir "Lâilâhe İllallah" deyip kurtulmadı?

O kadar zor muydu sizce ?
Lâ ilâhe illallah dememek için ne kadarda çırpındılar...
Ebu Cehil çok saf, aptal bir adam değildi . Ümeyye'nin Halef uluslar arası tüccardı. Ebu Cehil de öyle , doğu ve batı arasında ticaret yapardı .Baharat yolunun en becerikli tüccarlarından biriydi , unutmayın.. 
Ubey Bin Halef de öyle , Utbe de öyle , Şeybe de öyle yani müşriklerin direnen o ileri gelenleri, mütrefleri , o şımarık zenginleri , o varsıl adamlar , o Mekke oligarşisi aslında delilerden , aptallardan, saf adamlardan oluşmuyor. 
Bunlar çok zeki adamlardı iyi para kazanıyorlardı , yer yüzünü biliyorlardı .
Ülkeler arası ticaret yapıyorlardı hatta okyanusla Akdeniz arasındaki ticareti ellerinde bulunduruyorlardı , şimdi böyle adamlar deli olabilir mi ? 
Peki neydi dertleri ? 
Lâ ilâhe illallah demek çok mu zordu ?
Lâ ilâhe illallah deyin kurtulun diyen bir Peygambere karşı bir ömür niye savaştılar , neden direndiler ? 
Bunu düşünmek lazım ! 
Aslında buradan yola çıkarak şunu da düşünmek lazım , onların bu kadar zorlandığı bir şeyi biz kolayca dedik ... 
Acaba çok akıllı olduğumuzdan , üzerinde çok düşündüğümüzden ve neye evet dediğimizi bildiğimizden mi , yoksa bilmediğimizden mi ? 
Bizim bildiğimizi onlarda bilmiyor muydu . Onlar bizim kadar akıllı değil miydi . Yoksa , biz aslında onların bildiğini bilmiyor muyuz ? 
Lâ ilâhe illallah derken neyin hangi listenin altına imza attığımızı bir Ebu Cehil kadar ( yani Lâ ilâhe illallah demekte , dememek için direnen ve ölümüne direnen bu insanlar kadar ) Lâ ilâhe illallah 'ın anlam derinliğini keşfedemedik mi ? 
Cevabı size bırakıyorum ... 
Öyle kolay cevap verilecek bir şey değil görüyorsunuz .Öyle baştan savılacak bir soru değil . 
İnsanın Ruhunu yüreğini titreten bir soru aslında bu .
O adamlar ahmak değildi , o zaman biz mi çok akıllıyız ?

Neden Lâ ilâhe illallah diyemediklerine bir örnek verecek olursak;
Tebbet suresinde  "iki eli kurusun, ne malı ne kazandıkları ona hiçbir fayda saglamadı" hitabının yapıldığı Peygamberimizin diger amcası  Ebu Lehep'in birgün  peygambere gelerek "Ben iman edersem bana ne var?" diye sorduğu Peygamber (a.s)'ın "Herkese ne varsa sanada o var" cevabını  verdiği ve sonra Ebu Lehebin "Beni herkesle bir tutan din olmaz olsun" dediği  siyer kaynaklarımızda geçer.

Kabe’nin bulunduğu Mekke, hac merkezi olduğu için öteden beri ticaret kervanlarının uğrak yeri, ticari panayırların kurulageldiği bir şehir olmuştur. Hac mevsiminin ticari ortam sağlaması sebebiyle Mekke müşrikleri, ekonomik yönden sıkıntıya düştükleri dönemlerde hac takvimini bile değiştirerek, geriye-ileriye alıyorlardı.

Mekke’nin Kabe ve hac sebebiyle ticari merkez konumunda bulunmasını gören Yemen hükümdarı Ebrehe, ticari kafileleri kendi ülkesine çekebilmek için, Kabe’den daha gösterişli bir mabed inşa ettirdi.

Bir süre sonra bir Arap, bu yapının içine pisledi ve pisliği eliyle bütün duvarlara sürdü. (Bu Arap, müslüman olamazdı. Çünkü Peygamber (a.s) henüz o tarihte doğmamıştı.)

Bunu öğrenen Ebrehe, tarihte meşhur olan ve Kur’an-ı Kerim’de Fil Suresi’yle anlatılan Fil ordusunu kurdu. Bu büyük ordu Mekke üzerine yürüdü. Ancak Kabe’ye yaklaşamadan bir mesafede filler durdu ve yere çöktü. Her yöne giden filler, Mekke’nin içine ilerlemiyordu. Mekkeli Müşrikler, yenmeyi asla akıllarından bile geçiremedikleri bu devasa ordu karşısında şehri çatışma yaşanmadan nasıl teslim edeceklerinin hesaplarını yapıyorlardı.

Ancak Fil Suresi’nde anlatılan o olay oldu ve Ebabil Kuşları siccin denilen taşları bu ordunun üzerine bıraktılar. Çölde bekleyen ordu bir anda yenik ekin tanesi haline geldi. Yani derileri bir tarafa, iç organları bir tarafa olmak üzere çöl leşlerle doldu. Mekke müşrikleri bu sefer bu büyük leş yığınını nasıl gömeceklerini düşünür oldular. Beytullah’ı (Kabe) bu şekilde koruyan Cenab-ı Allah bir çöl fırtınası yaratarak, bu leşleri kumun altına gömdü.

Bu yaşanan Fil hadisesi Peygamber (a.s)'ın doğumundan 2 ay kadar önce vuku bulmuştu. Peygamberimizin dönemindeki yaşlı kişiler, bu olayı çok iyi hatırlıyorlardı.

Mekke Müşrikleri için Kabe’nin ve içinde ve dışında bulunan 360 putun ticari bir anlamı ve değeri vardı.

Putlara tapmayı şirk kabul eden ve reddeden İslam’ı tebliğ etmeye başlayan Hz. Muhammed (a.s)'a, Mekke ileri gelenlerinin karşı çıkmalarının altında yatan nedenlerden biri ve belki de en önemlisi bu idi.

Ebu Cehil ve diğer Mekke ileri gelenleri geri zekalı,aptal,deli saf insanlar değildi. Aksine Ebu Cehil dönemin zeki kişisi idi. Ama bu, iman etmesi için yeterli olmadı. Onlar da Kainatı yaratan bir “Allah”ın bulunduğunu biliyorlardı. Gerçeği biliyor, ama üzerini örtüyorlardı. Çünkü işlerine gelmiyordu. Zaten kafir de bu demektir (Bilerek örten). Kendilerini İbrahim (a.s)’ın dini üzerinde görüyor (öyle olduklarını zannediyor), mesela hac ediyorlardı.

Lokman Suresi 25’inci ayette Rabbimiz onlardan söz ederek şöyle buyuruyor: Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah” derler. De ki: “Hamd, Allah’a mahsustur” Fakat onların çoğu bilmezler.

Ancak putlarından vazgeçemiyorlardı. Zira onların düşüncelerine göre putların yok edilmesi Mekke’de ticari hayatın bitmesi, fakirlik ve yoksulluk demekti.

Bu yüzden Peygamber Efendimize, “Bizim Kabe’de 360 putumuz var, sen onları yok ediyorsun, Allah birdir diyorsun, üstelik de senin Rabb’in görünmüyor” diyorlardı. Yani bu durumda putları görmeye Kabe’yi tavafa kimse gelmez, ticaret olmaz endişelerini dile getirmiş oluyorlardı.

Ve yine bu nedenle putlarından vazgeçemedikleri için Peygamber (a.s)  ile pazarlığa giriyor “Bir gün senin ilahına, bir gün bizim putlarımıza ibadet edelim” diyebiliyorlardı.

Peygamberimiz Mekke’den çıkarıldıktan 8 yıl sonra, hicri 20 Ramazan’da, miladi 11 Ocak 630’da Mekke’yi fethetti. İlk iş olarak Kabe’nin içi ve çevresindeki 360 putu kırdı. Mekke ve dolayısıyla Kabe’nin yönetimini mevcut yöneticiye, Ebu Süfyan’a verdi.

O sene insanlar eski usullere göre haclarını yaptılar.

Ertesi sene Hicri 9’da Tevbe Suresi’nin 28’inci ayeti indi. Peygamberimiz o sene hacca Hz. Ebubekir(ra) ve peşinden Hz. Ali(ra)’yi göndererek nasıl hac yapacaklarını insanlara bildirdi. Peygamber (a.s)'da bir yıl sonra hac ibadetini gerçekleştirdi –ki o veda haccıdır- ardından o yıl vefat etti.

Tevbe Suresi, Müslümanlar dışında Müşrik/Kafir olanlara haccetmeyi yasaklıyordu. Müşrikler o tarihe kadar Kabe’yi kadın erkek çırılçıplak(anadandoğma) tavaf ediyorlardı. “Dünya kirine bulaşmış elbiselerle Kabe tavaf edilmez” diye akılları sıra mantıklı bir gerekçe de uydurmuşlardı. Dolayısıyla onların bu tür rahatsız edici bir şekilde çıplak tavafları o seneden sonra artık mümkün olamazdı. Ayet, onları Kabe’ye yaklaşmaktan tamamen ve ebediyyen yasaklamıştır.

Rabbimiz Tevbe Suresi 28’inci ayette şöyle buyuruyor:

Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ayete dikkat edelim. Müşriklere Kabe (Mescid-i Haram) yasaklandıktan sonra hemen peşinden ne deniliyor;

Eğer yoksulluktan korkarsanız. Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar.

İşte meselenin ekonomiyle ilgili yönüne geldik.

Müşriklere artık hac ve Kabe yasak. Beraberlerinde getirecekleri ekonomik değerler de artık Mekke’ye gelmemiş olacak.

Mekke’nin henüz yeni İslam’a girmiş yöneticilerinde ve ileri gelenlerinde yoksul düşme gibi bir korkuya kapılma olabilir. Daha sonraki nesillerde de olabilir.

Ama Mevlamız ne diyor. “Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar”.

Dilerse, yani dilediği ve layık olduğunuz sürece size zenginlik vereceğini müjdeliyor.
Bu sadece maddi, ekonomik boyutu...

Biz , Lâ ilâhe illallah derken hangi listenin altını imzaladığımızı biliyor muyuz ?
Onlar demezken biliyordu , deyince neyin altına imza atacaklarını biliyordu .Eğer Lâ ilâhe illallah 'a , bugün Lâ ilâhe illallah 'ı kolayca hiçbir bedel ödemeksizin diyen insanların baktığı gibi baksalardı inanın hepsi de bunu değil bir kez bin kezde söylerlerdi...
Ebu Cehil biliyorduki "Lâ ilâhe illallah"'ı dili ile söylemesi  yetmeyecek.Hayatını bu ahit üzere  yaşaması, hayatinı "Lâ ilâhe illallah"'a şahit kılması, hayatında  bu hitabı tatbik etmesi gerekecek.
Lâ ilâhe illallah demek hayatı baştan sona değiştirmek demek .
Lâ ilâhe illallah demek Allah'tan başkasının önünde kulluk etmeyeceğim , Allah'tan başkasına kulluk edilmesine razı olmayacağım ve kulların bana kul olmasını da kabul etmeyeceğim demek ...
Lâ ilâhe illallah demek ! 
Allah'ın sadece göklerde Hakim değil yerde de Hakim olduğuna inanmak demektir , bunu bileceğim . 
Allah'tan bağımsız hiçbir alan olmadığına iman edeceğim ve Allah'ın bana şah damarımdan daha yakın olduğunu bilip , Allah'la arama koyduğum tüm aracıları , 
tüm gezer , gezmez 
Tüm ayık , ayık değil 
Canlı,cansız
İnsan yada insan dışı 
Nesne yada özne hangi türden olursa olsun tüm putları ve put benzerini reddedeceğim demek , buda kolay değil.. 
Öncelikle hayat tarzını tümden değiştirmeleri gerektiğini biliyorlardı onun için Lâ ilâhe illallah demekte zorlandılar , kolay diyemediler. 
İşte , Allah Resulünün açık ve net bir biçimde beyan etmekle emrolunduğu şey bu.
“ Lâ ilâhe illallah Allahtan başka mabut, ilah yoktur haykırışıdır"

En dogrusunu Allah bilir.